31 Aralık 2010

Mutlu Yıllar

Hıncal Uluç tarafından yazılan bu makale, 02 Aralık 2003 Salı günü yayınlanan Sabah Gazetesindeki köşe yazısıdır.

Yıllar önce Hıncal Uluç'un 31 Aralık günü köşesinde okuduğum ve her yıl tekrar yayınlanan,
çok etkilendiğim bu hikayeyi paylaşmak istedim sizlerle...
Benim de sizlere armağanım bu hikaye olsun:))
***
Tam bir dolar seksen yedi centi vardı. O kadar, ne bir cent eksik, ne bir cent fazla!.. Bunun da altmış centi penniden ibaret ufaklıktı. Bu pennileri teker teker bakkal, kasap, manavla çekişe çekişe pazarlık ederek ve her defasında satıcıların cimrilik isnatları karşısında utancından kıpkırmızı kesilerek biriktirmişti. Della paraları
üç defa saydı. Bir dolar seksen yedi cent, o kadar! Halbuki ertesi gün Noel'di. Kendini odadaki partal divanın üzerine atıp hıçkıra hıçkıra ağlamaktan başka çare yoktu. Della da böyle yaptı. Della'nın evi, haftada sekiz dolara tutulmuş mobilyalı bir apartman! Tasvire değer bir hali yok. Tam bir fakirhane! Aşağıda antrede, içine tek bir zarf sığdırmaya imkan olmayan bir mektup kutusu ile ölümlü bir elin asla çaldıramayacağı bir zil vardı. Kapıda da "Mr. James Dillingham Young" ismini taşıyan bir kart asılı idi.
Mr. James Dillingham eve geldiği vakit size evvelce Della diye takdim ettiğimiz karısı kendisine "Jim" diye hitap eder, boynuna sarılarak onu bağrına basardı.
Gözyaşları dindikten sonra Della eline bir ponpon alarak yüzünü pudraladı. Pencerede durarak apartmanın o kasvetli arka avlusundaki bulut rengi bir parmaklık üzerinde yürüyen bulut rengi kediyi aptal aptal seyretti. Ertesi günü Noel'di. Jim'e bir hediye alabilecek yalnız bir dolar seksen yedi centi vardı. Bu pennileri aylardan beri birer birer biriktirmişti. Halbuki şimdi hiçbir işe yaramadıklarını görüyordu. Haftada yirmi dolara pek bir şey yapmaya imkan yoktu. Masraf umduğundan fazlaya çıkıyordu. Zaten her zaman öyle olur!.. Şimdi Jim'e hediye alacak yalnız bir dolar seksen yedi centi vardı. Sevgili Jim'ine güzel bir şey almak hususunda hülyalar kurarak birçok mesut anlar yaşamıştı. Güzel, nadir, parlak bir şey, Jim'e ait olmak şerefi ile az çok mütenasip bir hediye.
Pencereden uzaklaşarak kendini aynanın önüne attı. Gözleri pırıl pırıl yanıyordu, ama yirmi saniye içinde rengi uçuvermişti. Saçlarını çözerek omuzlarının üzerine döktü. James Dillingham Young Ailesi'nin iftihar ettikleri iki şeyleri vardı. Birisi Jim'in babasından intikal eden ve aslında büyük babasına ait olan altın saat, diğeri ise Della'nın saçları idi. Apartmanın hava deliğinin karşı tarafında Saba Melikesi otursaydı Della, kraliçenin mücevherlerini kıymetten düşürmek kastiyle, o güzel saçlarını pencereden dışarı sarkıtırdı. Hazreti Süleyman apartmanın kapıcısı olsa ve bütün servetini, elmaslarını, bodrumda bulundursaydı, Jim ihtiyarı kıskandırıp hasetle sakalını kaşıttırmak için önünden her geçişinde cebindeki saati çekip bakar gibi yaparak gösterirdi.
Della'nın saçları altın renkli bir çağlayan gibi parlayarak ve dalgalanarak dizlerine kadar döküldü ve bir elbise gibi vücudunu örttü. Bununla beraber Della, saçlarının uzun müddet böyle kalmasına müsaade etmedi. Sinirli ellerle hemen topladı. Bir aralık bir an için durdu. Tereddüt eder gibi oldu. Yerdeki kırmızı tüyleri dökük halıya bir iki damla gözyaşı aktı.
Della, gözlerinin yaşı kurumadan kahverengi ceketini kapıp aynı renkteki şapkasını başına geçirdiği gibi, eteklerini savurarak kapıdan fırladı. Merdivenleri inip sokağa çıktı. "Mm. Sofronie. Her nevi saç levazımı" ibaresini taşıyan bir tabelanın önünde durdu. Bir hamlede kendini yukarıda buldu. İriyarı, süt beyaz, soğuk bir kadın olan Madam Sofronie'ye nefes nefese, "Saçlarımı alır mısınız" diye sordu. Madam, "Saç alırım ama şapkanı çıkar da bir bakalım" cevabını verdi. Della altın renkli, çağlayana benzeyen saçlarını döküverdi. Madam, saçları pişkin bir alıcı eli ile bir yokladıktan sonra.
"Yirmi dolar" dedi. Della, "Peki. Derhal" cevabını verdi. Ondan sonraki iki saati pembe bir bulut üstünde uçar gibi sevinçle nasıl geçirdiğini bilmiyordu. Edebiyat bertaraf, Jim için istediği hediyeyi bulmak arzusu ile dükkanların altını üstüne getiriyordu. Nihayet bulabildi. Hasseten Jim için yapılmış bir şey? Dükkan dükkan gezmiş, hiçbirinde buna benzer bir şey görmemişti. Platin bir saat zinciri. Kıymeti, fazla gösterişli süslerde değil, desenininsadeliğinde ve kibarlığında idi. 
Bütün iyi şeyler böyle olmalıdır. Zincir Jim'in o emsalsiz saatine layık derecede güzeldi. Della ilk nazarda kararını verdi. Zincir tıpkı Jim gibi idi. Gösterişsiz, fakat kıymetli. Kocasını da, zinciri de aynı şekilde tarif etmek mümkündü, yirmi bir dolar verdi. Bu zinciri taktıktan sonra Jim artık, saatine nerede olsa bakabilir, daha doğrusu bakmaya heveslenebilirdi. Halbuki, şimdi o emsalsiz saate, bir kayışa asılı olduğundan hep gizleyerek bakıyordu.
Eve avdet ettikten sonra Della'nın sarhoşluğu biraz geçti. Aklı başına gelerek ihtiyatlı hareket etmeyi düşündü. Saç maşalarını çıkartarak havagazını yaktı. Ve aşkla cömertliğinbirleşmesinden doğan tahribatı tamire koyuldu. Sayın dostlar, burun kıvırıp geçmeyin. Bu her zaman muazzam bir iştir. Müthiş bir iş!.
Kırk dakika zarfında saçları mektep kaçağı bir çocuk kafası gibi kıvrım kıvrım olmuştu. Della aynadaki aksini tenkitçi bir nazarla uzun uzadıya dikkatle seyretti.
Kendi kendine, "Jim bu halimi görüp de ilk bakışta öldürmezse iyi. Tiyatro kızlarına benzetecek ama ne yapayım. Bir dolar seksen yedi centle ne alınabilirdi ki" dedi. Yedi buçukta kahve pişirilmişti. Tava da sobanın arkasına yerleştirilerek ısıtılmış olan pirzolaları kızartmak üzere hazırlanmıştı.
Jim, hiç geç kalmazdı. Della zinciri avucuna alarak kapının yanındaki masanın başına oturdu. Kocasının, merdivenlerin ilk basamağındaki ayak seslerini duyunca bembeyaz oldu. Gündelik, en basit şeyleri için dua etmeyi adet etmişti.
" Büyük Allahım! Yalvarırım sana, ne olur, saçlarımı beğendir" diye mırıldandı.
Jim kapıyı açtı ve içeri girip arkasından kapadı. Zayıf ve pek ciddi bir hali vardı. Zavallı henüz yirmi iki yaşında, aile yükü taşıyordu. Yeni bir pardesüye ihtiyacı vardı, ellerinde eldiven yoktu. Odaya koku almış bir av köpeği gibi etrafına kayıtsız bir halde bakınarak girdi. Gözleri Della'ya dikilmişti. Della bu dik nazarların manasını anlamayarak korktu. Bu nazarlar ne hayret, ne hiddet, ne dehşet, ne beğenmemezlik, yani genç kadının hazırlandığı hislerden hiçbirini ifade etmiyordu. Jim, yüzünde o garip ifade ile nazarlarını karısına dikmiş sadece bakıyordu.
Della masanın yanından kıvrılarak yaklaştı.
"Jim, şekerim ne olursun öyle bakma" diye yalvardı. "Saçımı kesip sattım. Noel'i sana hediye almadan geçiremezdim, ölürdüm. Ne olacak yine büyür. Affediyorsun değil mi? Ne yapayım başka çarem yoktu. Saçlarım çabuk büyür. Unutalım bunu, haydi Jim, şekerim. Noel'in mübarek olsun de de barışalım. Ne güzel ne hoş bir hediye aldığımı tasavvur edemezsin" dedi.
Jim zihnini yoracak kadar düşünüp taşındığı halde bir türlü anlayamamış gibi yavaş yavaş: "Saçını mı kestin" dedi.
Della, "Kesip sattım. Bu halimi beğenmedin mi? Eskisi kadar sevmedin mi? Saçsız da yine aynı insan değil miyim" diye yalvardı. Jim etrafına şaşkın şaşkın baktı. Nihayet aptallaşmış gibi, " Saçımı kestim mi dedin" diye cevap verdi.
Della, "Evet, kesip sattım diyorum" diye izah etti. "Yavrucuğum bu akşam Noel! Beni mazur gör, affet. Senin uğruna gitti" deyip ciddi bir tatlılıkla, "Saçlarımın tellerini saymak belki mümkündür ama sana olan sevgimi ölçmek imkansızdır. Şekerim, pirzolaları ateşe koyalım mı" diye sordu. Jim, daldığı rüyadan uyanır gibi oldu. Della'cığını kollarına aldı, pardesünün cebinden bir paket çıkararak masanın üstüne attı.
"Dellacığım, aldanıyorsun. Saçını nasıl kesersen kes, hiç fark etmez. Sana olan sevgimdehiç değişiklik yapmaz. Paketi açarsan birdenbire neden afalladığımı anlarsın" dedi.
Della beyaz parmakları ile kağıdı yırtarak ipleri kopararak paketi açtı. Açmasıyle feryadı basması bir oldu. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Paketten Della'nın Broodway'de bir vitrinde görüp uzun müddettir arzuladığı taraklar çıkmıştı. Kaplumbağa kabuğundan yapılmış elmas kenarlı o güzel taraklar işte önündeydi. Renkleri de saçlarına ne kadar uyuyordu. Pahalı olduklarını bildiğinden hiç ümide kapılmadan beğenmiş ve arzulamıştı. Hiç beklemediği olmuştu. Ama ne çare ki pek tamah ettiği bu canım tarakları süsleyecek lüleler gitmişti.
Della nihayet kendini toplayarak kocasının getirdiği hediyeleri bağrına bastı. Gülümseyerek kocasına baktı. "Şekerim, saçım pek çabuk uzar" deyip tüyleri tutuşan bir kedi gibi yerinden fırlayarak, "Ay unutuyordum" diye bağırdı.
Jim alınan güzel hediyeyi görmemişti. Della avucunu açarak sevinçle kocasına uzattı. Bu kıymetli, fakat donuk maden genç kadının ruhundaki ateşin aksi ile parlar gibi oldu.
"Şekerim, güzel değil mi? Bütün şehri altüst ettikten sonra bulabildim. Saatini ver bakalım nasıl yakışacak" dedi. Jim, Della'nın dediğini yapacak yerde kendini sedire attı. Ellerini başının arkasına koyarak gülmeye başladı. "Della sevgilim, Noel hediyelerimizi bir kenara koyup bir müddet saklayalım. Bugünkü halimize uygun değil. Biraz fazla. Tarakları almak için saati sattım. Pirzolaları koy bakalım ateşe" dedi.
.... İsa'ya doğduğu zaman hediye getiren Mecusiler akıllı insanlardı. Noel'de hediye vermek adetini onlar keşfettiler. Akıllı oldukları için daima uygun hediyeler getirirler ve çift olanları değiştirirlerdi. Birbirleri için en kıymetli şeylerini feda eden iki akılsız gencin bir vakasını hikaye ettim. Fakat bugünün akıllı gençlerine şunu hatırlatmak isterim.. Bu iki gencin birbirine verdikleri hediyeden daha uygunu olamazdı. Alıp verilen armağanlar arasında bunlarınkinden daha uygunu yoktur. Günümüzün hakikaten kıymetli insanları işte bu gibilerdir. 
.....................
(O. Henry'nin bu öyküsünü dilimize Nuri Eren çevirdi. Öyküyü Milli Eğitim Bakanlığı, Dünya Edebiyatından Seçmeler Dizisi/Hikâyeler1/ O. Henry adlı kitaptan aldım. )

Hıncal Uluç tarafından yazılan bu makale, 02 Aralık 2003 Salı günü yayınlanan Sabah Gazetesindeki köşe yazısıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

♡ sevgiyle kalın ♡

nagehan kadıoğlu öge
asortik